29 Eki 2012

Oyuna Devam…

Nükhet Eren 

Afife Jale Ödülü’nü almak için davet edildiğinde, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın bu yıl sahnelenen oyununda yer alan iki arkadaşını yanına alarak sahneye çıktı. Kendilerini; sahneye çıktığı ilk gece için, “Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim” diyen Afife Jale’nin torunları olarak tanıttılar. “En iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü”nü alan Nergis Çorakçı ile o geceden hiç söz edemeden, belediyenin tiyatro yönetmeliğinde yaptığı değişiklik nedeniyle ülkenin gündemine oturan tiyatro üzerine konuştuk. Arada sırada,  konuyu tanımak istediğim torun üzerine getirmeye gayret sarf ettim.


Her gelen iktidarın tiyatroya mutlaka el uzattığından, şehir tiyatroları yönetiminde bir “klik”ten söz edilemeyeceğinden, geleneksel olarak çok sesliliğin egemen olduğu bir kurum olduğundan, oyun seçme işini repertuvar kurulunun yaptığından, sahnelenen oyunların çeşitliliğinden söz etti.  Tiyatro oyunculuğunun; son yıllarda televizyon dizilerinin izlenme oranının artışıyla önemsenmeye başladığını, ailelerin çocuklarını bu nedenle teşvik ettiklerini ekledi.

O zamanki Niğde-Aksaray’da liseyi bitirdikten sonra girdiği Belediye Konservatuvarı sınavını kazanınca başlamış tiyatro yaşamı. “Aslında çocukluğumuzda hepimiz oyun oynamaya bayılırız. Büyüdükçe unuturuz onları; galiba ben unutamadığım için tiyatro okuluna girdim” diyor. Annesi hep yanındadır. Hukukçu olan babası ise; işinin zor olduğunu, farklı karakterlere bürünmeyi hazırlıklı ise başarabileceğini söyler. On yedi kişinin girdiği okuldan sadece üç kişi mezun olurlar.  Ardından çocuk oyunlarında oynar;  Dostlar, Kenterler, Ali Poyrazoğlu ve Devlet Tiyatroları’nda sahneye çıkar. Bu sırada, Gencay Gürün’ün başa gelmesiyle kuruma kazandırdığı yenilik ve dinamizmin içinde olmayı arzuladığından, yevmiyeli olarak Şehir Tiyatroları’na geçer. Genç Günler Festivali’ni başlatan grup içinde yer alır.

Konuşmayı, sanatta müstehcenlik ya da muhafazakâr sanat tartışmalarına hiç getirmiyorum. Bunun birkaç nedeni var: Birincisi; halk şiiri ve divan edebiyatının pek çok güzel dizesi içinde, bu iki kelimenin bugün algılanan haliyle var olduğunu biliyorum. Güzel olandan yana olmak adına, böylesine etkileyici şiir geleneğimizin yara almasını istemiyorum. İkincisi; Osaka’da oturan ve Türkiye’deki tiyatro üzerine çalışan bir Japon’un, evrensel bir sanat anlayışı ile bu iki kelimeyi asla bir araya getirmeyeceğini biliyorum. Üçüncü olarak da; yüzyıl sonra bu topraklarda yaşayan birinin, tesadüfen bu yazımı okuması halinde, gülünç duruma düşmek istemiyorum.    

Şehir Tiyatroları’nda oyunculuğu devam ederken, bir gün kendini Sağır ve Dilsiz bir grubun içinde buluverir. Nefes ve beden egzersizleri ile başlayan çalışmalar devam eder ve 13-70 yaş aralığındaki bu insanlar, sonunda bir oyunla sahneye çıkarlar. Yurtiçi ve dışında defalarca sahnelenen bu özgün çalışma, onun için ikinci bir okul gibidir.  Halen çocuklarla değişik illerde drama çalışmalarına devam etmektedir.

İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yüzyıllık bir geleneğinin, yeni yönetmelikle ortadan kalkacağı endişesini taşıyan sesi yineliyor: “Bu yönetmelik uygulanırsa, artık Şehir Tiyatroları diye bir şeyden söz edemeyiz. Yeni oluşacak olan artık başka bir şeydir; ne olduğunu söyleyemem, emin olduğum tek şey Şehir Tiyatrosu olamayacağıdır.” Akıldan yana olup, sağduyunun galip gelip, yönetmeliğin gözden geçirilmesinin en büyük isteği olduğunu ve umudunu kaybetmediğini belirtiyor. Sesini duyurmasına Othello’dan bir bölümle destek olmak istiyorum:

Bağır, titrek, korkunç bir sesle çığlık çığlığa,
Geceleyin kalabalık şehirlerde
İhmal yüzünden çıkan yangın
İlk göründüğünde nasıl bağırırlarsa.
     
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder