Nükhet Eren
Salonumuza, yatak odamıza, mutfağımıza girdiler. Onları
arkadaş, akraba, hısım herkesle konuşur olduk. Gazetelerin ön yüzünde,
başroldeki yakışıklının sevgilisinden ayrıldığı haberini okuyoruz. Esas kızın
ortalığı karıştıran fitne fücur yengesine çok sinirleniyoruz. Bir hafta boyunca,
küçük çocuğu kimin kaçırmış olduğu üzerine kafa yoruyoruz. Eltisinin oğlunun
düğününe gittiği için önceki gece gösterilen bölümü izleyemeyen komşumuza, ballandıra
ballandıra neler olduğunu anlatıyoruz.
Yaşamımıza bu kadar renk katan, büyük bir keyif ile
zamanımızı tatlandıran televizyon dizilerini, yıllar öncesinde gazetelerde yayınlanan tefrika romanlara benzetiyorum.
Charles Dickens’dan Orhan Kemal’e kadar pek çok yazarın, eserlerini bu yolla okurlara sunduğunu biliyorum. Hatta Dickens’ın Antika Dükkanı adlı romanının kahramanı Küçük Nell’e ne olacağını merak eden insanlar, dergiyi taşıyan gemiyi saatlerce limanda beklemişler. Küçük Nell’in ölümünden duydukları üzüntü ile yazara karşı büyük bir tepki göstermişler. Senaryolarına hayran kalıp bundan iyisi yazılamazdı dediğim Amerikan dizilerinin mutfağında edebiyatçıların olduğunu görünce, dizi-tefrika roman benzerliği düşüncem iyice pekişti.
Charles Dickens’dan Orhan Kemal’e kadar pek çok yazarın, eserlerini bu yolla okurlara sunduğunu biliyorum. Hatta Dickens’ın Antika Dükkanı adlı romanının kahramanı Küçük Nell’e ne olacağını merak eden insanlar, dergiyi taşıyan gemiyi saatlerce limanda beklemişler. Küçük Nell’in ölümünden duydukları üzüntü ile yazara karşı büyük bir tepki göstermişler. Senaryolarına hayran kalıp bundan iyisi yazılamazdı dediğim Amerikan dizilerinin mutfağında edebiyatçıların olduğunu görünce, dizi-tefrika roman benzerliği düşüncem iyice pekişti.
Elbette, mevcut ekonomik sistemde yer alan televizyon
kanalları ve yapım şirketlerinin ortak çıkarlarına yönelik bir yapılanma içinde
olduğunu, ülkemizde dizi setinde çalışanların hayatlarını kaybetmeye kadar
varan ciddi sorunlarının bulunduğunu unutmadan, oyuncu Nazan Diper ile diziler
üzerine konuştuk:
“İlk dizi oyunculuğuna, 1992 yılında, Star TV’de başladım. O
dönem Show TV’de gösterilen Kemal Sunal filmleri çok fazla seyredilince, Star TV
de o filmlere benzer diziler göstermek istedi. Bu amaçla çekilen dizilerden
bazılarında oynadım. Doktor Civanım ile Kibar Feyzo’ydu sanırım.“Özel televizyon
kanalları ile yapım şirketlerinin birlikte oluşturdukları piyasanın işin içine girmesi o yıllarda başlamış görünüyor.
Ardından, hepimizin bildiği, yüksek izlenme oranına ulaşmak ve dolayısıyla reklam
veren şirketlerden en fazla payı almak için yeni kanalların ortaya çıkması ve
aralarındaki kıyasıya rekabet… Ve dizilerin “prime time” denilen, izleme
oranının en yüksek olduğu saatlerin vazgeçilmez lokomotifi oluşu.
1980’li yıllarda Bizim Tiyatro’yu kurmalarından bu yana;
oyunculuk yanında, gerektiğinde tuvalet temizliği de dahil akla gelebilecek her
işi kendilerinin yaptığını, bütün bunların bir süre sonra bir yorgunluğa yol
açtığını söyledi Nazan Diper. Seslendirme, dizi oyunculuğu gibi alanlarda daha
çok kazandıklarını ekledi. Onları en mutlu eden ise, verdikleri derslere gelen
hevesli birkaç gencin şimdi profesyonel oyuncular olmasıymış. “Dizilere
gelince; mesela Erler film ile Ay Işığı
adlı-avukatlar arasında geçen, bir dizide oynadım. Mavi Ay ismindeki çok ünlü
bir yabancı diziden uyarlamaydı. Çok iyi
bir yönetmen ve oyuncu kadrosu olmasına rağmen, geç saatte yayına girdiği için
istenilen izleyici sayısını alamadı. Bir süre sonra da yayından kaldırıldı-çoğu
dizinin başına geldiği gibi.”
Set çalışanları; ışık, ses, kostüm, reji, sanat grubu gibi
gruplara ayrılan, işin büyüklüğüne göre sayıları 5 ile 20 arasında değişen
kişilerden oluşmakta. Her bir çalışanın çok sıkı takip ettikleri bir rutin var
ve dizinin bir buçuk saat süren televizyon gösterimi için altı gün çekim
yapıldığı oluyor. Oyuncular daha sonraki gösterimlerden hiçbir maddi pay
alamıyor, Batı ülkelerinde olduğu gibi telif haklarına sahip değiller.
“Dizi setinde 24
saatlik çalışmanın üzerine 48 saat daha çalışanlara şahit oldum. Kurgu gibi
geliyor insana, ancak gerçek. Aşk Bir Hayal adlı dizisinin çekimleri başlar
başlamaz, daha ilk sahnede oğlu ölen bir anneyi oynamam benim için bile kolay olmadı.
Dizilerin çalışma yöntemleri tiyatrodan bambaşka. Neyse ki yönetmenlerin pek çoğu
deneyimli, entelektüel ve sektörün parlak çocukları. Her gün saatlerce süren
çekimler sırasında sette olabilen her türlü aksiliğe karşı, yaratıcıklarını
kullanıp çözüm üretiyorlar. Yapım koordinatörleri denilen kişilerin oyuncu
seçimleri çok başarılı, her birimizi, tüm karakterleri ve rolü alacak oyuncuları
iyi kokluyorlar.”
Yeni kurulan Oyuncular Sendikası ile yapım şirketlerinin
yaptığı görüşmelerde, dizideki herkesin sigortalı olması, telif haklarının
verilmesi en öncelikli iki konu olarak belirlenmiş görünüyor. Çalışma koşulları
ve süreleri konusunda çabaları olduğunu biliyorum. Halen gösterilmekte olan, “Eve
Düşen Yıldırım” adlı edebiyat uyarlaması dizide oynamayı çok önemsiyor Nazan. “Çekimleri
sesli yapıyoruz. Tiyatro sahnesinde sesler yüksektir ve vücut plastiği çoktur.
Dizi çekiminde onu küçültüyoruz; aksi halde kameraya sığamayız, dışarı taşarız.
5-10 dakika ekranda görünmek için bütün gün sette kaldığım olmuştur. Hani bir
arkadaşımızın dediği gibi, bu işte
beklemek için para alıyoruz. Çoğu zaman sette karavan olmuyor; soğukta-sıcakta,
uygun bir yer bulup seti bekliyoruz.”
Onlar bize ulaşmak için büyük bir istekle çabalıyor. Biz de,
akşam yemeğinden sonra soyduğumuz elmaların yanındaki ya da örtündüğümüz
yorganın altından çıkardığımız başımızın hizasındaki ekranlarımıza aynı istekle
bakalım. Bizi bu kadar eğlendirdiği için dizileri yine çok sevelim. Sadece dizilerde
başrol oynayanları değil, geri planda rol alan onlarca çalışanı ve onların
haklarını da düşünelim. Hatta düşünmekten öteye geçip onları desteklemek için
harekete geçelim, ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder